Zafer, herkesin de bildiği gibi güler yüzlü, yardım sever, motive edici bir dosttu. Hayatına giren ve gönlünde bir yer eden tüm arkadaşlarıyla iletişimi hiç kesmeyen bir yapısı vardı. Konuşulan hiçbir şeyi unutmaz, başlayan her girişimi mutlaka takip eder, hatırlatır, sonuca gidilmesini sağlardı. İçinde bitip tükenmek bitmeyen bir enerji taşırdı. İnsanlarla kolay iletişim kurar, onları etkilerdi.
Kimseyi kırmazdı. Bu bana aslında kendisinin de kırılmak istemediğini düşündürürdü. Hayata karşı gardını belki de böyle alırdı.
Düzenli olarak görüştüğü, fikir alışverişi yaptığı kemikleşmiş bir arkadaş listesi vardı. Onlarla sadece fikir değil duygu alışverişi de yapardı. Bu durum yakın arkadaşlarına da keyif verir, kendilerini iyi hissetmelerini sağlardı.
Zafer hayatı yalnız yaşamadı. Çevresinde biriktirdiği güzel insanlarla yuvarlandı, küçük yalpalanmalarda onlara tutundu, onlar da Zafer’e tutundu.
Ve çok güzel gülerdi. Kahkahaları içinden gelirdi. Gülerken yüzünün aldığı hal, etrafına da güzel duygular yayardı.
Benim yolum Zafer’le üniversite yıllarında kesişti ve iletişim araçlarının olmadığı o dönemlerden bugüne kadar hiç kesilmedi.
Zafer yazın memleketi Sivas’a gittiğinde ders notlarına bakıp evini arardım. Benim fotoğraf makinemle fotoğraflar çekerdi. Sonra ilk iş yerini benim Şişli’deki ofisimde açtı. Burada yaptığım tüm patates kızartmalarını iştahla o yerdi. Bana çalıştığı gazeteden makara makara dia pozitifleri getirirdi. Çekilmişleri alıp ceplerine atar gider, sonra banyo yapılmış hallerini getirirdi. Biz o zaman o kadar gençtik ki bilmezdik hesap kitap. Sonra ben onunla çalışmak için bir girişimde bulundum. Ardından, benim doktora yapmam için o çırpındı. Ben onun araştırmalarına yardım ettim. Daha sonra o İngilizce öğrenmem için telefonuma bir program kurdu ve şifresini verdi. Sonra birlikte çay içtik. Hayatını kitaplaştırmak istiyordu, editörü olmamı istemişti. Birlikte ne projeler yapacaktık…
Sanki aileden biriydi. Onun benimle ilgili her şeyden illa haberi olmalıydı. Her daim söyleyecek bir sözü, dikkatimi çekecek bir fikri vardı. Zafer aradığında ben de iki elim kanda olsa telefona bakardım. Çünkü mutlaka önemliydi.
Darılmadık mı hiç? Darıldık tabii. Ama hemen barıştık. Çünkü biz küs kalamazdık. Zaten o, küs kalmanın bu hayat için ne kadar gereksiz bir lüks olduğunu aramızdan erkenden ayrılarak kanıtladı.
O gitti, umutları gitti, planları gitti, sesi gitti, aramaları gitti ama yaşamdayken o kadar vardı ki aslında bu yüzden benim için hiç gitmedi.
Aslı DİDARİ